Ailemi ziyarete gidiyorum memleketime. 30. yaş günümü kutlama törenleri düzenliyoruz ve annem bunun şerefine artık zamanının geldiğini düşünerek, sıradan birsi olmadığımı, bazı güçlerimin olduğunu açıklamaya karar veriyor. İçimden; "iyi de böyle şeyler genelde daha küçükken açıklanmaz mı ya diyorum?" Sanki unutmuşlar da yeni akıllarına gelmiş gibi. 30 yılı boşuna mı harcadık ya, sevmediğimiz kızın eteğini filan uçururduk bari herkesin önünde liseli bir ergenken. Annem her zaman ki gibi ne düşündüğümü anlıyor. Demek şimdiye kadar düşündüklerimi, yapacaklarımı anlamasının nedeni büyü gücüymüş diye düşünüyorum, yine anlıyor ve başıyla onaylıyor. Ne kadar utanç verici bir durum, kadın bütün kafamın içindekileri biliyormuş diye düşünüp utanıyorum, biraz da yüzüm kızarıyor, ama tekrar anladığını görüyorum ve düşünmemeye gayret ediyorum. Ama o anda asla bilmesini istemediğim şeyler teker teker aklıma gelmeye başlıyor, durduramıyorum, "annecim sen yanlış anladın, çok hastaydım taksiye ondan kusmuştum" filan diye açıklamalar yapıyorum ama daha beterleri aklıma yağmaya başlıyor. Kadıncağız karşımda mosmor oluyor. "Kapat düğmesi yok mu annem bunun" derken buluyorum kendimi. Bu ne biçim bir kabus diye düşünürken ve annem hala tüm düşündüklerimi anlarken, yavaş yavaş terasa çıkıyoruz.
Terasta etrafıma bakıyorum sır ne diye merak ediyorum, eve çocukken bir kere şu gidere çişimi yapmıştım gizlice aşağıya inmek zor gelmişti yani sır bunu da bildiğinse hiç ilgilenmiyorum diyeceğim sırada annem birden dağa doğru bakıp, "keh bilibili bili" diye garip bi aksanda bağırıyor. Bu aksan; türkçenin almanca teleffuz ediliş şekli gibi bir şey. Gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Madem aksanlı bir şeyler söyleyeceksin bari bu "kehbilibili" olmasaymış diyorum ki dağı farkediyorum. Daha önce hiç bu kadar mistik, başı dumanlı değilmiş sanki. Bu dağ ki zamanında dürbünle birisinin evine, topal birinin kız istemeye gittiğini gördüğümüz evin bulunduğu dünyanın en büyük mıknatısı diye yıllardır hava attığımız, deliliğimizin sebebi, beynimizin elektrik akımını bozan, bunun dışında görünüş olarak çok da karizmatik bir havası olmayan o küçük şehir dağı. Düşük rakımlı, az ağaçlı!!
Dağda bir hareketlenme oluyor ve ardından dev bir şey görünüyor ve üzerimize doğru geliyor.. Yaklaştıkça bunun dev bir ejderha olduğunu anlıyorum, şaşkınlık içinde kalıyorum hiç sesim çıkmıyor sadece koskoca ejderahnın uçuşunu izliyorum, aman tanrım yoksa ejderha efendisi miyim? annem yine hiç sıkılmadan yorulmadan kafasıyla onaylıyor. Tamam annecim anladım, herşeyi anlıyor ve biliyorsun.
Sonra İstanbul'a dönüş bileti bulamadığım aklıma geliyor birden ve ejderhamla niye uçmuyorum ya, koskoca ejdarha efendisiyim, diyorum ve soğuk olur şimdi diye sıkı sıkı giyinip, atletimin içine rüzgar çarpmasın diye gazete filan sıkıştırıp, atlıyorum ejderhama! İstanbul'a geliyorum ama ejderhamı park etçek yer bulamıyorum. Komşular da çatıya zarar verir diye çatıya konmasına izin vermiyolarlar. Ne de olsa çatı ortak alan ve masraflar tüm kat maliklerinin sorumluluğunda, haklılar diye düşünüyorum. Sonra ne saçmalıyorum ya diyerek ve annemin adeta bunu onaylarcasına bir yerlerde kafasını salladığından emin olarak, gülerek uyanıyorum..
Yorumlar
Yorum Gönder