Ana içeriğe atla
Şehirler ve Renkler
İbn Haldun der ya "Coğrafya kaderdir." diye. Gerçekten de öyledir. Yaşadığın yerin iklimi, hangi tarih, yollar üzerinde olduğu, denize yakınlığı uzaklığı her şeyi etkiler sizi. Toprağa mı yakınsınız, dağa mı? Alçakta mısınız yüksekte misiniz? Her şey işler ruhunuza.
Küçük şehirlerin insanlar hep aynıdır. İhtiyaçları bellidir, ellerinde olanlar bellidir. Yapabilecekleri de işte oranın yerel kültürü nasıl şekillendiyse ona göre değişir. Hepsi aynı mimikleri, jestleri geliştirirler. Birbirlerinden başka insanlarla çok ilişki kurmadıklarından mı? herkes aynı olduğunda mı? Çok farklı tavırlar göremezsiniz. Sonra bu ne kadar farklı görünseler de çok tanıdık yapar insanları. Hiç olmadık bir yerde birinin sana tanıdık gelmesi o yüzdendir belki. Sorarsın yakın yerlerden çıkar o tanıdıklar. Hah hemşehricilik dediğin de belki bu oluyor. Senin coğrafyanın insanı sana tanıdık geliyor.
Küçükken değişik renkteki boya kalemleriyle filan oynardım. Onları başka başka insanlar yapardım. Ama hepsi çok değişik olurdu birbirinden. Sonra bu herkesi bir renk olarak görmeye başlamama neden olmaya başladı. Ama bir sorun vardı. Bir sınıf ki kırkbeş kişiysek kırkbeşimiz de Manisa Doğum Evinde doğmuş ve biz bütün Manisa Doğumevi'nde doğmuşlar yeşildik. Renklerimizi değiştiremiyordum kafamdan. Hepimizin rengi yeşildi başka göremiyordum. Sonra sınıfa İstanbul'dan bir çocuk geldi. Çocuğa baktım, o kırmızıydı. O değişikti bizden. Bulgaristan'dan gelen yaşlılar vardı, göçmen mahallesindeki yaşlılar da başka renkti ama babam, halam hep yeşildi gene. O an anladım Manisalı olmakla alakalıydı bizim rengimiz. Başka açıklaması olamazdı. Yeşil olmak kötü bir şey olduğundan da değil ya ama ben hep sarı olmak isterdim ama yeşildim işte. Değişmiyordum, değiştiremiyordum. Herkesle aynıydım. Hep farklı olmak istedim ama bir türlü olmadı. Napalım dedim kaderime razı oldum.
Şehirler insanlara bir yüz ifadesi veriyor,bir davranış biçimi kazandırarak işaretliyor onları resmen. sonradan anladım bunları. İstanbul'a geldim. İlk defa tek başıma yürüdüm etrafıma baka baka. Çok garipti her şey, herkes. Hiç unutmuyorum o anı, Kadıköy sahilde Ziraat Bankasının köşesinde durdum. İnsanlara bakmaya başladım. Allah allah diyordum, işte iki gözleri, bir burunları var ama neden bu kadar değişikler. Bakıyordum herkes benim bildiğim insanlardan farklı. Giydiğin bir kot bir gömlek değil mi işte o da aynı ama onlarda başka duruyor sanki.
Durdum köşede insanları izledim ve hiç bir mana veremedim bu duruma. Herkes çok farklıyd, herkes çok hızlıydı. Yürüyüşlerinden tut, görünüşlerine, bakışlarına. İnsanlara size ne oldu diye bağırmak istiyordum. Sanki Anarşadaydım ve herkes birer Rendroydu. Aklıma İlkokul arkadaşım geldi İstanbullu. O da bizden farklıydı sınıfa ilk geldiğinde. Sonra bir an mutlu olmuştum, herkes aynıydı aslında ben değişik olandım. Bu sefer ben herkesten farklıydım. Kimse bunun farkında değildi ama farklıydım işte.
Sonra alıştım insanlara, hıza. Sonra yıllar geçti. Doğduğum, büyüdüğüm şehre gidiyorum, konuşmam farklı değil, giyinişim farklı değil ama insanlar soruyorlar nerelisin diye? Manisalıyım diyorum. İnanmıyorlar.
Sonra anladım ilk geldiğimde şaşırdığım insanlardan olmuşum. Şehir hareketlerime, yüzüme, bakışlarıma işlemiş. Doğduğum şehirin insanına bile farklı geliyorum her sene gitmeme çokça. Rengim yeşil değil artık kırmızı da değil de arada sıkışmış bir renk. İstanbul'da gene farklı kalıyorum, Manisa da gene başka oluyorum, kahverengi gibiyim. Gene sarı değilim ama.
Yorumlar
Yorum Gönder